Keyifsiz Düzen

6 Mart 2014 Perşembe



plaza kadını
“Düzenin olduğu yerde keyif olmaz.” Deniz o gün yataktan bu düşünceyle kalkmıştı. Her gün şık giyinmek zorunda olan plaza kadınlarından biriydi. Saçı sürekli fönlü, elbiseleri her daim şık, bazen adım atarken bacaklarını zorlayan kalem etekler ve incecik topuklu ayakkabıların üzerinde geçirilen koca bir gün, her daim makyajlı yüzü… Offf artık çok sıkılmıştı. Üniversiteyi okurken hayali bu değildi. Uluslar arası ilişkiler okumuştu ve dünyayı dolaşacağı bir işinin olmasını düşlemişti. Ama şimdi Maslak’ta gri, her tarafı camla kaplı, sabahları sıkış sıkış bilmem kaç kat yukarı çıktıkları ego kokan asansörlerle çevrilmişti hayatı. O sabah asansörde kendini motive etmeye çalışırken “bu bir tapınağa çıkan asansör, tepeye vardığımızda efendimiz güneş bizi karşılayacak ve sıcaklığını hissettirecek. Herkese yetecek kadar enerjisi ve ışığı var efendimizin. Buyur edicek beni. “Biliyorum Deniz çok sıkıntılısın bu aralar. Gel birlikte bir yol çizelim”, diyecek.” Derken asansörün kapısı açıldı ve Deniz kendine gelmek zorunda kaldı. Gri –siyah elbiselerin arasına karıştığında  benliğinin ordaki insanlar için çok da önemli olmadığı, koridordan geçen herhangi bir şık plaza kadını olduğunu düşündü. Tanınmıyordu bile. O kadar çok ofisin içinde Deniz  kimdi ki? Hakkaten Deniz kimdi ki?
kadın,sıkkın,bitkin



Çalışamadı o gün Deniz . Sürekli kafası karışık ve hayatının akışını değiştirmek için düşüncelerle dolu geçti saatleri. Yapması gereken işleri yapamadı, bekleyen raporları tamamlayamadı, sürekli ofladı pufladı. Kendisine koyu bir kahve yaptı. Kokusunun ve aromasının biraz olsun kafasını toplamasına yardımcı olmasını umuyordu. Her zaman enerjisini toplamasına yardımcı olan kahve o günkü görevini hakkıyla yerine getiremedi. Olmadı. Hala işlere eli gitmiyordu. Sahip olduklarını düşündü. Elinde ne vardı ki? 40’lı yaşlarına gelmişti. Tüm arkadaşları evlenmiş, birinci çocuğu bırak ikiniciyi bile yapmışlardı. Hiçbir zaman arkadaşlarına benzeyen bir kadın olmamıştı. Evliliği çok da anlamlı bulmuyordu. Ama ya çocuk? İsterse ne olacaktı? Yakında menapozda kapıyı çalıp, müsaade istemeden hayatına giriverecekti. “Yaşlanıyorum”dedi. “Ve elimde hiçbir şey yok, bu gri plazadaki işimden başka.” Bunun için mi gelmişti dünyaya? Hayır tabi ki. Çocukluğundan beri kalıbına sığamayan biriydi. Kardeşlerinden çok farklıydı. O hep sırt çantasını ve fotoğraf makinesini alıp dünyayı dolaşmak isterdi. Bugün geldiği yer ait olduğu yer değildi. Öyle olsa neden birkaç zamandır içi böyle huzursuzdu?

Düşüncelere dalıp gitmişken telefon çaldı. Arayan müdürüydü. Kendisiyle görüşmek istiyordu. Yanına gittiğinde müdürü, İspanya’da açacakları ofisin organizasyonu için birkaç aylığına oraya gitmek isteyip istemeyeceğini sordu. Deniz  hiç düşünmeden”evet” dedi. İşin detaylarıyla ilgili uzun uzun konuştular. O öğleden sonra Deniz  bir nebze de olsa iç huzurunu yakalamayı başarmıştı. Akşam eve giderken yine asansöre bindi. Yine gri-siyah takım elbiselere ve ego kokulu ortama karıştı. Otoparkta arabasına bindi ama çalıştıramadı. Hay aksi bir bu eksikti. O sırada yandaki aracın sahibi geldi. Aracının kapısını açtı ama Deniz ’in arabayı çalıştıramadığını görünce bir sorun olduğunu anlayarak arabanın camını tıklattı. Deniz  camı indirirken bir şey oldu. Tam o anda bir şey oldu. Atmosferdeki ısı katmanları ya da yeryüzünde ısıya dair her ne varsa sıcaklık birimine dönüşerek Deniz ’ın içinde bir sıkışmaya neden oldu. Hay aksi işallah yüzüm de kızarmamıştır diye geçirdi içinden. Bu adam kimdi ve bugüne kadar nerdeydi? Ya da madem ki bugüne kadar burdaydı neden böyle bir günde karşısına çıkmıştı? Camı açarkan bu düşüncelerin hücumu altında beyni zonkluyordu. “Merhaba” dedi adam. “Sanırım arabayla ilgili bir sıkıntınız var. Yapabileceğim bir şey var mı diye merak ettim” dedi. “Allahım ne kadar da kibardı” diye içinden geçirdi Deniz . “Şey, çok teşekkürler. “Çalışmıyor ama neden olduğunu bilemiyorum” dedi. “Ben de tam servisi arıyordum” dedi Deniz . Ne gereksiz bir bilgiydi. Adamı da yardımını da istemiyor ve önemsemiyor gibi görünmüştü. Halbuki konuşmayı uzatmak için can atıyordu. Ah bu kontrol manyaklığı. Bir kere de duygularının akışına bırak kendini be kızım. Bu plazalar ruhunu da grileştirmiş senin diye kendi kendine hayıflandı. Adam “akünüzü kontrol ettiniz mi” diye sordu. Akü mü? Hımmm “hayır“ dedi gülümseyerek. Muhtemelen adam aküye bakacak ve araba pıt diye çalışacaktı. Salaksın Deniz dedi yine içinden.  Gerçekten de adam kaputu kaldırdı ve Deniz’in bir gece önce farları açık unutmasından dolayı bitmiş olan aküyü fark etti. Adam kendi aküsünden destek alarak sorunu kısa sürede çözdü ve Deniz “Size teşekkür borçluyum. Vaktiniz varsa köşedeki kafede bir kahve ısmarlayabilirim” dedi. Adam teşekkür etti “Çok hoş bir teklif ama üzülerek bunu ertelemek durumundayım. Önemli bir işi almak üzereyim ve bu gece üzerinde çalışmam lazım” dedi. “Bu arada ben Mehmet” dedi. “Tanıştığımıza çok memnun oldum ama isminizi bilmiyorum henüz” dedi. “Deniz” dedi. Sadece ismini söyleyebildi. Bu adamın nasıl bir aurası varsa Deniz  kilitlenmiş gibiydi. İyi akşamlar diyerek ayrıldılar. 
erkek kadın
Deniz  arabada giderken sadece adamı düşünüyordu. Yani Mehmet’i. Gerçekten işi mi vardı yoksa onu başından mı savmıştı? Kaç yaşında kadınsın Deniz  liseli kızlar gibi platonik aşık mı oldun diye kızdı kendine. Ama ayağından başına kadar çıkmakta olan bir sıcaklık vardı. Sanırsın ki ateşi çıkmıştı ya da alkolü fazla kaçırmış ve bedeni uyuşmakla ısınmak arasında bir gelgit yaşıyordu. Derken bu sancılı yolculuktan sonra eve nihayet eve varabildi. Kendini üstünü bile değişmeden yatağa attı. İspanya demişti bugün müdürü. Hem terfi edecekti hem de bu sıkıcı iş hayatından başka bir ülkeye gidecekti. Bu önemli bir değişimdi ve bunu geri çeviremezdi. Bütün gece rüyasında tapınaklar, merdivenler, uçaklar gördü. Bir de gitme demesini beklediği Mehmet’i. Sabah uyandığında başına yumruk yemiş gibiydi. Allahtan hafta sonuydu ve kendine gelmek için bolca zamanı vardı. 2 günü vardı. Bu haftasonu gidip gitmeyeceğini kesin olarak müdürüne bildirmesi gerekiyordu. Yüzünü ekşitti keyfi kaçmıştı. Hem bu sabah 9 akşam 6 olan düzenli mesai hayatının dışına çıkmayı istiyordu, hem de yaşayacağı ve çalışacağı yerden keyif almak istiyordu. Evet İspanya şahane bir alternatifti. Ama neden aklından çıkmıyordu bu adam? Alt tarafı bir yardım etti canım noluyordu? Gerçekten de ne oluyordu?

Pazartesi işe gittiğinde otoparkta gözleri etrafı taradı ama umduğunu bulamadı. Ofisine gitti. Kararını vermişti, gidecekti. Burada bulamadığı her ne varsa İspanya’da onu beklediğine emindi. Müdürüne kararını bildirdi. 2 hafta sonra İspanya’da yaşamaya başlayacaktı.

düşünmek
O 2 hafta çabucak geçiverdi. Arkadaşlarla veda yemekleri, aile ile hasret gidermeler, yerine geçecek kişiye işini devretme derken gitme günü geldi çattı. Elinde bileti, valizleri ve çıkış kapısında bekleyen Deniz . İçinden bir yer burada bir şey unutmuş hissini taşıyordu. Hala aklında Mehmet vardı. Bir daha da görememişti bu adamı. Demek ki o gün oraya iş için gelmişti ve gitmişti. İçi acıdı Deniz ’in. “Zaten ne zaman aşk hayatın yolunda gitti ki kızım”dedi içindeki ses ona. Sesleri bastırmaya çalıştı. Bunun bir faydası yoktu. Kapı açıldı ve yeni hayatına doğru ilk adımını attı. Sorunsuz bir yolculuk, İspanya’ya merhaba, kendisi için kiralanmış olan eve yerleşme derken 1 hafta sonra yeni ofiste işe başladı Deniz . Herşey düşündüğünden çok daha iyiydi. Öğlenleri siesta yapılan bir ülkedeydi ve bu zaman zarfında özgürce çıkıp gezebilirdi. İlk birkaç hafta yerinden kıpırdayamadı. İşleri yoluna koyması için epey bir yorucu günler geçirdi. Derken üçüncü haftanın sonunda siesta saatlerinde etrafındaki gizli yerleri keşfetmek üzere ofisten çıkmaya  başladı. Elinde fotoğraf makinesi sokaklarda dolaşıyor ve gördüğü her güzel şeyi deklanşöre basarak ölümsüzleştiriyordu.


iş adamıYine böyle bir öğlen saatinde siesta dönüşü bir toplantıya katılması gerektiğinden ofise yakın bir kafede kahvesini yudumluyor ve toplantı notlarının üzerinden bir kez daha geçiyordu. Ilık bir rüzgar vardı. Saçlarının arasından esip geçerek boynunu sıcak bir el dokunmuşcasına sarıp geçiyordu. Gözlerini kapadı ve bu hissi yaşamak istedi. Gülümsedi ve kendini çok keyifli hissettiğini düşündü. Burada gri ve siyah insanlar, şişmiş egolar yoktu. İnsanlar rahat ve mutluydu. Hayat hızlı değil kendi temposunda ve sakince akıp gidiyordu. Acelesi yokmuş gibi, dakikalar saatlere baskı yapıp kovalamak derdinde değildi. Gözünü açıp kendini toparladı ve notlarını topladı. Masadan kalkıp ofise doğru yola koyuldu. Asansörü beklerken yanında bir an için tanıdık bir koku hissetti. Gerçi kimsenin kokusunu tanıyacak kadar uzun süre geçirmemişti bu şehirde. Öyle yakın bir teması da olmamıştı hiçbir erkekle. Kimin bu koku diye başını çevirdiğinde kalbi içinde çalkalanır gibi harekete geçti. Başı döndü, dünya döndü ve orada durdu. Bu Mehmet’ti. Beyninin sorduğu tek soru “Nasıl yani , nasıl yani?” demek oldu. Mehmet’in sesiyle kendine geldi Deniz . “İyi misiniz?” dedi. “İyiyim” diyebildi. Ne büyük yalan. Bu garip duygu onu iyi mi yapıyordu, kötü mü emin değildi ki. Mehmet’in yüzünde Deniz ’in içinden geçenleri okuyormuşcasına bir gülümseme vardı. O da şaşkındı gerçi. Bu tesadüf gerçekten garipti. Otoparkta bir kere karşı karşıya gelen iki insan, dünyanın başka bir ülkesinde aynı asansöre binmek için bekleşiyorlardı. Önce Deniz bozdu sessizliği kadınca merak duygusu galip geldi. “Burada ne işiniz var” dedi. Mehmet de “Tam da aynı şeyi ben size soracaktım” dedi. Kesin olan bir şey vardı ki bu adam güldüğünde etrafında bir hare oluşuyordu ve Deniz’in içinde binlerce kelebek aynı anda uçmaya başlıyordu. “İstanbul’daki ofisten buraya gönderildim. Artık İspanya ofisinin başına geçtim. Peki ya siz?” dedi. Mehmet de o gün yapılacak toplantıya piyasaya yeni sürülecek olan bir ürünü tanıtmak için gelmişti. Asansör geldi ve beraber bindiler. 4. kat düğmesine aynı anda basmaya çalışırken parmakları birbirine değdi ve birbirlerine bakıp gülümsediler. 
iş ilişkisi 

0 yorum:

Yorum Gönder