“Düzenin olduğu yerde keyif olmaz.” Deniz o gün yataktan bu
düşünceyle kalkmıştı. Her gün şık giyinmek zorunda olan plaza kadınlarından
biriydi. Saçı sürekli fönlü, elbiseleri her daim şık, bazen adım atarken
bacaklarını zorlayan kalem etekler ve incecik topuklu ayakkabıların üzerinde
geçirilen koca bir gün, her daim makyajlı yüzü… Offf artık çok sıkılmıştı.
Üniversiteyi okurken hayali bu değildi. Uluslar arası ilişkiler okumuştu ve
dünyayı dolaşacağı bir işinin olmasını düşlemişti. Ama şimdi Maslak’ta gri, her
tarafı camla kaplı, sabahları sıkış sıkış bilmem kaç kat yukarı çıktıkları ego
kokan asansörlerle çevrilmişti hayatı. O sabah asansörde kendini motive etmeye
çalışırken “bu bir tapınağa çıkan asansör, tepeye vardığımızda efendimiz güneş
bizi karşılayacak ve sıcaklığını hissettirecek. Herkese yetecek kadar enerjisi
ve ışığı var efendimizin. Buyur edicek beni. “Biliyorum Deniz çok sıkıntılısın
bu aralar. Gel birlikte bir yol çizelim”, diyecek.” Derken asansörün kapısı
açıldı ve Deniz kendine gelmek zorunda kaldı. Gri –siyah elbiselerin arasına
karıştığında benliğinin ordaki insanlar
için çok da önemli olmadığı, koridordan geçen herhangi bir şık plaza kadını
olduğunu düşündü. Tanınmıyordu bile. O kadar çok ofisin içinde Deniz kimdi ki?
Hakkaten Deniz kimdi ki?
Çalışamadı o gün Deniz . Sürekli kafası karışık ve hayatının
akışını değiştirmek için düşüncelerle dolu geçti saatleri. Yapması gereken
işleri yapamadı, bekleyen raporları tamamlayamadı, sürekli ofladı pufladı.
Kendisine koyu bir kahve yaptı. Kokusunun ve aromasının biraz olsun kafasını
toplamasına yardımcı olmasını umuyordu. Her zaman enerjisini toplamasına
yardımcı olan kahve o günkü görevini hakkıyla yerine getiremedi. Olmadı. Hala
işlere eli gitmiyordu. Sahip olduklarını düşündü. Elinde ne vardı ki? 40’lı
yaşlarına gelmişti. Tüm arkadaşları evlenmiş, birinci çocuğu bırak ikiniciyi
bile yapmışlardı. Hiçbir zaman arkadaşlarına benzeyen bir kadın olmamıştı.
Evliliği çok da anlamlı bulmuyordu. Ama ya çocuk? İsterse ne olacaktı? Yakında
menapozda kapıyı çalıp, müsaade istemeden hayatına giriverecekti.
“Yaşlanıyorum”dedi. “Ve elimde hiçbir şey yok, bu gri plazadaki işimden başka.”
Bunun için mi gelmişti dünyaya? Hayır tabi ki. Çocukluğundan beri kalıbına
sığamayan biriydi. Kardeşlerinden çok farklıydı. O hep sırt çantasını ve
fotoğraf makinesini alıp dünyayı dolaşmak isterdi. Bugün geldiği yer ait olduğu
yer değildi. Öyle olsa neden birkaç zamandır içi böyle huzursuzdu?
Düşüncelere dalıp gitmişken telefon çaldı. Arayan müdürüydü.
Kendisiyle görüşmek istiyordu. Yanına gittiğinde müdürü, İspanya’da açacakları
ofisin organizasyonu için birkaç aylığına oraya gitmek isteyip istemeyeceğini
sordu. Deniz hiç düşünmeden”evet” dedi. İşin detaylarıyla ilgili uzun uzun
konuştular. O öğleden sonra Deniz bir nebze de olsa iç huzurunu yakalamayı
başarmıştı. Akşam eve giderken yine asansöre bindi. Yine gri-siyah takım
elbiselere ve ego kokulu ortama karıştı. Otoparkta arabasına bindi ama
çalıştıramadı. Hay aksi bir bu eksikti. O sırada yandaki aracın sahibi geldi.
Aracının kapısını açtı ama Deniz ’in arabayı çalıştıramadığını görünce bir sorun
olduğunu anlayarak arabanın camını tıklattı. Deniz camı indirirken bir şey
oldu. Tam o anda bir şey oldu. Atmosferdeki ısı katmanları ya da yeryüzünde
ısıya dair her ne varsa sıcaklık birimine dönüşerek Deniz ’ın içinde bir sıkışmaya neden oldu. Hay aksi işallah yüzüm de kızarmamıştır diye geçirdi
içinden. Bu adam kimdi ve bugüne kadar nerdeydi? Ya da madem ki bugüne kadar
burdaydı neden böyle bir günde karşısına çıkmıştı? Camı açarkan bu düşüncelerin
hücumu altında beyni zonkluyordu. “Merhaba” dedi adam. “Sanırım arabayla ilgili
bir sıkıntınız var. Yapabileceğim bir şey var mı diye merak ettim” dedi.
“Allahım ne kadar da kibardı” diye içinden geçirdi Deniz . “Şey, çok
teşekkürler. “Çalışmıyor ama neden olduğunu bilemiyorum” dedi. “Ben de tam
servisi arıyordum” dedi Deniz . Ne gereksiz bir bilgiydi. Adamı da yardımını da istemiyor ve önemsemiyor gibi görünmüştü. Halbuki konuşmayı uzatmak için can
atıyordu. Ah bu kontrol manyaklığı. Bir kere de duygularının akışına bırak kendini
be kızım. Bu plazalar ruhunu da grileştirmiş senin diye kendi kendine
hayıflandı. Adam “akünüzü kontrol ettiniz mi” diye sordu. Akü mü? Hımmm “hayır“
dedi gülümseyerek. Muhtemelen adam aküye bakacak ve araba pıt diye çalışacaktı.
Salaksın Deniz dedi yine içinden. Gerçekten de adam kaputu kaldırdı ve Deniz’in bir gece önce farları açık
unutmasından dolayı bitmiş olan aküyü fark etti. Adam kendi aküsünden destek
alarak sorunu kısa sürede çözdü ve Deniz “Size teşekkür borçluyum. Vaktiniz
varsa köşedeki kafede bir kahve ısmarlayabilirim” dedi. Adam teşekkür etti “Çok
hoş bir teklif ama üzülerek bunu ertelemek durumundayım. Önemli bir işi almak
üzereyim ve bu gece üzerinde çalışmam lazım” dedi. “Bu arada ben Mehmet” dedi.
“Tanıştığımıza çok memnun oldum ama isminizi bilmiyorum henüz” dedi. “Deniz”
dedi. Sadece ismini söyleyebildi. Bu adamın nasıl bir aurası varsa Deniz kilitlenmiş gibiydi. İyi akşamlar diyerek ayrıldılar.
Deniz arabada giderken sadece adamı düşünüyordu. Yani Mehmet’i. Gerçekten işi mi vardı yoksa onu başından mı savmıştı? Kaç yaşında kadınsın Deniz liseli kızlar gibi platonik aşık mı oldun diye kızdı kendine. Ama ayağından başına kadar çıkmakta olan bir sıcaklık vardı. Sanırsın ki ateşi çıkmıştı ya da alkolü fazla kaçırmış ve bedeni uyuşmakla ısınmak arasında bir gelgit yaşıyordu. Derken bu sancılı yolculuktan sonra eve nihayet eve varabildi. Kendini üstünü bile değişmeden yatağa attı. İspanya demişti bugün müdürü. Hem terfi edecekti hem de bu sıkıcı iş hayatından başka bir ülkeye gidecekti. Bu önemli bir değişimdi ve bunu geri çeviremezdi. Bütün gece rüyasında tapınaklar, merdivenler, uçaklar gördü. Bir de gitme demesini beklediği Mehmet’i. Sabah uyandığında başına yumruk yemiş gibiydi. Allahtan hafta sonuydu ve kendine gelmek için bolca zamanı vardı. 2 günü vardı. Bu haftasonu gidip gitmeyeceğini kesin olarak müdürüne bildirmesi gerekiyordu. Yüzünü ekşitti keyfi kaçmıştı. Hem bu sabah 9 akşam 6 olan düzenli mesai hayatının dışına çıkmayı istiyordu, hem de yaşayacağı ve çalışacağı yerden keyif almak istiyordu. Evet İspanya şahane bir alternatifti. Ama neden aklından çıkmıyordu bu adam? Alt tarafı bir yardım etti canım noluyordu? Gerçekten de ne oluyordu?
Deniz arabada giderken sadece adamı düşünüyordu. Yani Mehmet’i. Gerçekten işi mi vardı yoksa onu başından mı savmıştı? Kaç yaşında kadınsın Deniz liseli kızlar gibi platonik aşık mı oldun diye kızdı kendine. Ama ayağından başına kadar çıkmakta olan bir sıcaklık vardı. Sanırsın ki ateşi çıkmıştı ya da alkolü fazla kaçırmış ve bedeni uyuşmakla ısınmak arasında bir gelgit yaşıyordu. Derken bu sancılı yolculuktan sonra eve nihayet eve varabildi. Kendini üstünü bile değişmeden yatağa attı. İspanya demişti bugün müdürü. Hem terfi edecekti hem de bu sıkıcı iş hayatından başka bir ülkeye gidecekti. Bu önemli bir değişimdi ve bunu geri çeviremezdi. Bütün gece rüyasında tapınaklar, merdivenler, uçaklar gördü. Bir de gitme demesini beklediği Mehmet’i. Sabah uyandığında başına yumruk yemiş gibiydi. Allahtan hafta sonuydu ve kendine gelmek için bolca zamanı vardı. 2 günü vardı. Bu haftasonu gidip gitmeyeceğini kesin olarak müdürüne bildirmesi gerekiyordu. Yüzünü ekşitti keyfi kaçmıştı. Hem bu sabah 9 akşam 6 olan düzenli mesai hayatının dışına çıkmayı istiyordu, hem de yaşayacağı ve çalışacağı yerden keyif almak istiyordu. Evet İspanya şahane bir alternatifti. Ama neden aklından çıkmıyordu bu adam? Alt tarafı bir yardım etti canım noluyordu? Gerçekten de ne oluyordu?
Pazartesi işe gittiğinde otoparkta gözleri etrafı taradı ama
umduğunu bulamadı. Ofisine gitti. Kararını vermişti, gidecekti. Burada
bulamadığı her ne varsa İspanya’da onu beklediğine emindi. Müdürüne kararını
bildirdi. 2 hafta sonra İspanya’da yaşamaya başlayacaktı.
O 2 hafta çabucak geçiverdi. Arkadaşlarla veda yemekleri,
aile ile hasret gidermeler, yerine geçecek kişiye işini devretme derken gitme
günü geldi çattı. Elinde bileti, valizleri ve çıkış kapısında bekleyen Deniz .
İçinden bir yer burada bir şey unutmuş hissini taşıyordu. Hala aklında Mehmet
vardı. Bir daha da görememişti bu adamı. Demek ki o gün oraya iş için gelmişti
ve gitmişti. İçi acıdı Deniz ’in. “Zaten ne zaman aşk hayatın yolunda gitti ki
kızım”dedi içindeki ses ona. Sesleri bastırmaya çalıştı. Bunun bir faydası
yoktu. Kapı açıldı ve yeni hayatına doğru ilk adımını attı. Sorunsuz bir
yolculuk, İspanya’ya merhaba, kendisi için kiralanmış olan eve yerleşme derken
1 hafta sonra yeni ofiste işe başladı Deniz . Herşey düşündüğünden çok daha
iyiydi. Öğlenleri siesta yapılan bir ülkedeydi ve bu zaman zarfında özgürce
çıkıp gezebilirdi. İlk birkaç hafta yerinden kıpırdayamadı. İşleri yoluna
koyması için epey bir yorucu günler geçirdi. Derken üçüncü haftanın sonunda
siesta saatlerinde etrafındaki gizli yerleri keşfetmek üzere ofisten
çıkmaya başladı. Elinde fotoğraf
makinesi sokaklarda dolaşıyor ve gördüğü her güzel şeyi deklanşöre basarak
ölümsüzleştiriyordu.
Yine böyle bir öğlen saatinde siesta dönüşü bir toplantıya
katılması gerektiğinden ofise yakın bir kafede kahvesini yudumluyor ve toplantı
notlarının üzerinden bir kez daha geçiyordu. Ilık bir rüzgar vardı. Saçlarının
arasından esip geçerek boynunu sıcak bir el dokunmuşcasına sarıp geçiyordu.
Gözlerini kapadı ve bu hissi yaşamak istedi. Gülümsedi ve kendini çok keyifli
hissettiğini düşündü. Burada gri ve siyah insanlar, şişmiş egolar yoktu.
İnsanlar rahat ve mutluydu. Hayat hızlı değil kendi temposunda ve sakince akıp
gidiyordu. Acelesi yokmuş gibi, dakikalar saatlere baskı yapıp kovalamak
derdinde değildi. Gözünü açıp kendini toparladı ve notlarını topladı. Masadan
kalkıp ofise doğru yola koyuldu. Asansörü beklerken yanında bir an için tanıdık
bir koku hissetti. Gerçi kimsenin kokusunu tanıyacak kadar uzun süre
geçirmemişti bu şehirde. Öyle yakın bir teması da olmamıştı hiçbir erkekle. Kimin
bu koku diye başını çevirdiğinde kalbi içinde çalkalanır gibi harekete geçti. Başı
döndü, dünya döndü ve orada durdu. Bu Mehmet’ti. Beyninin sorduğu tek soru
“Nasıl yani , nasıl yani?” demek oldu. Mehmet’in sesiyle kendine geldi Deniz .
“İyi misiniz?” dedi. “İyiyim” diyebildi. Ne büyük yalan. Bu garip duygu onu iyi
mi yapıyordu, kötü mü emin değildi ki. Mehmet’in yüzünde Deniz ’in içinden
geçenleri okuyormuşcasına bir gülümseme vardı. O da şaşkındı gerçi. Bu tesadüf
gerçekten garipti. Otoparkta bir kere karşı karşıya gelen iki insan, dünyanın
başka bir ülkesinde aynı asansöre binmek için bekleşiyorlardı. Önce Deniz bozdu
sessizliği kadınca merak duygusu galip geldi. “Burada ne işiniz var” dedi.
Mehmet de “Tam da aynı şeyi ben size soracaktım” dedi. Kesin olan bir şey vardı
ki bu adam güldüğünde etrafında bir hare oluşuyordu ve Deniz’in içinde binlerce
kelebek aynı anda uçmaya başlıyordu. “İstanbul’daki ofisten buraya gönderildim.
Artık İspanya ofisinin başına geçtim. Peki ya siz?” dedi. Mehmet de o gün
yapılacak toplantıya piyasaya yeni sürülecek olan bir ürünü tanıtmak için
gelmişti. Asansör geldi ve beraber bindiler. 4. kat düğmesine aynı anda basmaya
çalışırken parmakları birbirine değdi ve birbirlerine bakıp gülümsediler.
0 yorum:
Yorum Gönder