Sen hiç hayata kafa attın mı? Kafa tuttun mu? Aslında hayata değil
hayatının içindeki bir kesite daldığın, kafa attığın, sövdüğün olmadı mı hiç?
Kafan güzel oldu mu hiç ama dibine kadar? Bir de o zaman denesene kafa atmayı?
Başın dönerek, sersemleyerek, geçip gitmesine izin vererek, yolundan çekilerek,
tam çekilmişken vazgeçip yok ben bunun ağzını yüzünü dağıtcam duygusuyla gidip
sert bir kafa çakarak! Beyninin yerini değiştirecek kadar sert, duygular ile
düşüncelerin yer değiştirip, kolkola durup senin gerçekliğini bozarcasına,
içindeki nefreti lav misali püskürtüp, kaygan, akışkan ve yakıcılıktan da sıcak bir deniz yaratmak,
ortasına kafa attığın kişiyi koymak ve sonra seyreylemek. Yavaş yavaş yansın
ama lavın içinde. Tadını çıkara çıkara. Acele etmeden. Bir zamanlar olmayan
ateşler ile yakmıştı o da senin içini. Hayatını suyun altında nefessiz
kalmışcasına yaşatmadı mı sana? Sanki biri kafandan bastırmış da sen orda
hayatta kalabilmek için çırpınıp duruyorsun ama bir türlü yüzeye çıkamıyorsun.
Çıksan orası güneşli, çıksan bol oksijen var, çıksan kendinden kurtulup
özgürleşecek bedenin esareti. O bastıran eli alıp bileğinden ters bükmeli.
Kırmalı kolunu çat diye belki de. Sen kimsin be demeli? Beni de bir anne
doğurdu senin gibi. O incinmesini ister mi bir serseri tarafından canı yakılsın
kızının ister mi? İstemez tabi ki. Dedin değil mi bunu istemez tabi ki dedin. O
zaman sen kim oluyorsun da canımı böylesine yakıyorsun be adam demezler mi
sana? derler. Eee o zaman sonuç? Kimsin, nesin, nerden gelip nereye giderken
yoluma çıkıp yörüngemi tersine çevirdin.
Ben kendi ekseni etrafında debelene debelene dönmeye çalışıyordum. Çalışıyordum
çünkü henüz bunu yapabilecek güce sahip değildim. Çabalıyordum çünkü seni
tanımıyordum. Seni tanıdım ve o anda yörüngem şaştı. Uydum yer değiştirdi.
Dünyanın merkezi benken karadelik oluverdi. Karadeliğin içine çekildikçe
çekildim. Belime ip bağlamayı unutmuşum yoksa o deliğin içinde bu denli
sürüklenmezdim. Sürüklendim. Sen sürükledin. Oraya gidiyor-muş gibi yaptın beni
attın kendin çıktın gittin. Yaktın ama yanmadın. Kırdın ama kırılmadın. Ağladın
ama hissetmedin. Sev-miş gibi yaptın ama sev-me-din. Duymuş gibi yaptın her
söylediğimi aslında sağır bir duvarmış yakındığım. Görmüş gibi yaptın. Ben
gözünün önündeydim baktığın yönde boşluk vardı. Boşluğa baktın boşluk oldum.
Boşluğa baktın beni karanlığa sürükledin. Aşk bir karadelikmiş kendi ellerinle ittin.
Kendin gelmedin. Meğer sen böyle herkesi ellerinle atarmışsın o deliklere.
Sonra seyre dalarmışsın yarattığın tahribatı. Girdaplara soktun havada bir dal
bile kıpırdatmaz sakinlik varken. Konuştum duymadın. Anlattım anlamadın. Ben
konuştum sesim boşluğa takılıp kayboldu. Ben konuştum sen başka sesler duydun.
Ben gözünün önünde eriyip bittim. Sen yücelirken ben kayboldum. Farkıma varmanı
bekledim. Çok bekledim. Bekleyemeyecek kadar takatsiz kalana kadar bekledim.
Gelmedin. Belki hiç var olmadın ben bir yalanın hayalini bedenin sandım.
Doğdum, büyüdüm, kayboldum. Çok iyi bildiğim kendi şehrimde tuzaklar kurdun
bana. İçindeki bir parça peynire koştu bedenim aşk diye, kapana kısıldı kaldı.
Kapanlar… Sen kendini özgür zannederken ya yaşadığını sandığın hayat bir
kapansa ve sen onu dünya sanıyorsan? Dünya bildiğimiz bir sıkışmışlık haliyse?
Ya daha ötesinde özgürlük varsa ve görmüyorsak, bilmiyorsak, duymuyorsak. Ben
haykırdım, sen susarak büyüdün. Ben ağladım, sen gülerek baktın. Ben gittim,
sen kendine geldin. Ben durdum, sen yürüdün, aldın başını gittin. Ben, sen,
aşk, kara delik. Nerde başladık nerde bittik? Belki hiç birbirimizi bilmedik,
görmedik, sevmedik.
Tanrı Zeynel
7 Mayıs 2014 Çarşamba
Gönderen Kumsal zaman: 15:31
Bu yazı http://yazievi.yesimcimcoz.com/event/ariza-kadinlar-mitolojik-psikolojik-kurgu-yazma-atolyesi/tragedya konulu çalışma sonrasında yazılmıştır.
Zaman kavramının icadından bile önceleri bir Tanrı-Kral yaşarmış en yüksekten de yüksek tapınağın gök ile birleştiği çizgide. Zeynelmiş adı. O zamanlar Tanrı-kralların üstün ve sınırsız güçleri varmış, sonradan bu güçler ile medeniyetlere büyük yıkımlar ve acılar yaşattıkları için tüm evrenin Tanrısı onlara kızıp cezalandırmış ve sadece krallıkları kalmış ellerinde. Tanrısal güçleri uçup gitmiş. Ama bizim hikayemiz Tanrısal güçlerin hüküm sürdüğü çağlardan gelme…
Zaman kavramının icadından bile önceleri bir Tanrı-Kral yaşarmış en yüksekten de yüksek tapınağın gök ile birleştiği çizgide. Zeynelmiş adı. O zamanlar Tanrı-kralların üstün ve sınırsız güçleri varmış, sonradan bu güçler ile medeniyetlere büyük yıkımlar ve acılar yaşattıkları için tüm evrenin Tanrısı onlara kızıp cezalandırmış ve sadece krallıkları kalmış ellerinde. Tanrısal güçleri uçup gitmiş. Ama bizim hikayemiz Tanrısal güçlerin hüküm sürdüğü çağlardan gelme…
Zeynel Anadolu topraklarında, Mardin’de bir tapınağın kralı. Çirkin mi çirkin. Baktıkça tüm alemi yaratan büyük Tanrı’nın
Zeynel’i nasıl bir boşluk anında yarattığı meçhul. Çirkin ama çok üstün, her
Tanrı-kralda olmayan özel güçlere sahip. İstediği bitkinin, hayvanın kılığına
girip usulca süzülüyordu bakir gençlerin bedenlerinin mahremine. O kadar güzel
bir sesi ve şiirler şakıyan bir dili vardı ki, o çirkinliğine rağmen bütün
ülkenin kadınları hatta erkekleri bile onun büyülü çekiciliğine karşı
koyamazdı. Yürüdüğü zamanlarda yolun kenarındaki papatyalar bile gelinciğe
dönüşürdü, al al olurdu çiçeklerin bedenleri. Onun ayağının altında çimenler
bile ezilmez, sadece efendileri karşısında secde ederlerdi. Zeynel’di,
Tanrıydı, kraldı, mağrurdu eh biraz da libidosu yüksekti tabi. Çirkin olduğu için
aynalara hiç bakmazdı Zeynel. Birlikte olduğu kadınlarda kendi yüzünü görürdü
sadece.
Kızlarını sadece kendi oğulları ile evlendirirdi. Krallıkta
dışardan bir erkeğe kral kızı gelin edilmezdi. Zaten ülkenin hatırı sayılır bir
kısmı Tanrı Zeynel’den olmaydı. Sadece insanlar değil, hayvanlar da ondan
olmaydı. Mesela asırlar boyunca atla eşeğin çiftleşmesinden katırın doğduğunu
bilirdik. Aslında katır Zeynel ile atın birleşmesinden olmaydı. Hatta “katır
gibi inatçı” sözü Tanrı-kral Zeynel’in inatçı benliğinin bir hatırasıdır.
Bir Mayıs gecesi, zürafa kılığında birleştiği Etelya’dan, uzun
boyunlu, iri gözlü ve upuzun boyu ile bir su perisi kadar zarif ve güzel
Manolya doğdu. Etelya ile aynı anda hamile kalan Falya’dan ise Letisya doğdu. Ancak
Letisya babasının çirkinliğini alırken, Manolya annesinin güzelliğini ve bir su
perisini andıran zerafetini aldığından bütün krallığın gözbebeği olmuştu.
Letisya çocukluktan itibaren nefret etti ablasından. Manolya büyüyüp
serpildiğinde, köyün tüm erkekleri yolunda paspas olmaya hazırdı. Bir zamanlar
Tanrı-kral Zeynel’de olan cazibe şimdi kızında vücut bulmuştu. Letisya
hasetinden çatlarken, ülkeye bir grup asker sığınmak üzere geldi. Ülkenin
güneydoğusundaki şehirlerinde küçük çaplı bir savaş olmuş ve herkes telef olurken
bu askerler kendilerini kurtararak krallığa kadar ulaşmayı başarabilmişlerdi.
İçlerinden biri güneşin bulutların arasından doğarkenki ışıltısı ve sıcaklığına
sahipti sanki. Babası sıcak Tanrısıymış meğer ancak savaş sırasında yaşlı
bedeni daha fazla dayanamayıp, mağmaya doğduğu sıcaklıklara geri dönmüş. İsmi
Güneş’miş bu savaşçının. Kardeşi Ayaz’la birlikte kurtulmuşlardı savaştan.
Letisya daha görür görmez Güneş’e vurulmuştu. Güneş de Manolya’ya. Çok geçmeden
krallık içindeki köklü bir gelenek yıkılmış ve Manolya Güneş ile, Tanrı-kral Zeynel’in kızı kardeşleri dışında bir erkekle
evlenmişti. Ailenin gücü için savaşçı genlere ihtiyaç vardı. Letisya ise kendi
rızası bile alınmadan Ayaz ile evlendirilmişti. Gelenekler gereği, kızlar erkek
kardeşleriyle evlenmeyip, yabancı biriyle evlendirildiklerinde –ki bu çok
nadirdir- Tanrı –Kral Zeynel onları kocalarına hazırlamak için bekaretlerini
alırdı. Ancak Letisya zaten istemediği bir adamla evlendirildiği için, bu tören
sırasında bunun intikamını almaya tüm Tanrılara yemin etti. Ayaz’la evlenen
Letisya, tüm kalbiyle kocasını seven sadık kadın rolünü birkaç yıl devam
ettirmiş, hatta Ayaz’ı sevmeye bile başlamış gibiydi. Ama bu sevgi Güneş’i
görene kadardı. Onu her gördüğünde karların Güneş’e teslim olup eridiği gibi
eriyordu bedeni Letisya’nın. Ayaz’a ve babasına lanet ederken buluyordu
kendini. Manolya ise hayatından çok mutlu, ilk bebeğini doğurmak üzereydi.
Derken bir gece, Manolya’nın bebeği tam da dünyaya gelirken, bütün
krallık buz kesti. Bütün ülke karlar altında kalmış gibiydi. Manolya’nın bebeği
daha anne karnından çıkamadan öldü. Soğuk onun küçük bedeni için fazla
acımasızdı. Letisya kocası Ayaz’ı öldürürse bu buzların da eriyeceğini
biliyordu. Ayaz’a yaptığı büyü tutmuş, bastığı her yer buza dönüşmüş ve tüm
krallığı sarar hale gelmişti. Letisya kocasını zevkin esiri ederek öldürdü.
Kadınlığı Ayaz’ın cehennemi olmuştu. Ancak büyünün bozulması, ülkenin yeniden
Güneş’e kavuşması Letisya’nın Güneş’le evlenmesine bağlıydı. Letisya, Tanrı
Zeynel’in tüm kadınlarını ve erkeklerini Tanrı Zeynel’i yok etmek üzere bir
büyüyle kendine bağladı. Büyülenmiş kadınlar ve erkekler kralın odasına usulca
girerek, kralın kulağına aşk sözcükleri fısıldayarak zevkten katılıp kalmasına
ve hareket edemediği için de buz kütlesi haline gelmesine sebep olarak
Tanrı-Kral Zeynel’i öldürdüler. Letisya’nın önünde artık tek bir engel kalmıştı
kardeşi Manolya. Manolya adı gibi narindi. Kendisine sevgiyle dokunulmadan
koklamaya kalkışılırsa yüzü sararmaya başlar ve giderek kahverengiye dönerek
içten içe çürüyerek yok olur giderdi. Kardeşi bunu çok iyi bildiği için
Manolya’yı hırpalayarak kokladı. Letisya’nın tüm bedeni Güneş’in ateşiyle
yandığından, Manolya’yı da yakıp
kavurması güç olmadı.
Güneş’i de baştan çıkarmak için bütün iksirler ve büyüler tamamdı
ve saf Güneş’i kandırmak çok zor değildi Letisya için. Ancak ülkelerin de
krallıkların da en tepesindeki büyük Tanrı, bu felaketlere daha fazla
dayanamayarak tüm krallığı cezalandırmıştı. Krallığın üzerine güneş ışınlarının
yılın her günü en sıcak haliyle gelmesini emretmiş. Güneşin sıcaklığına
dayanamayan tüm ağaçlar kurumuş, tüm topraklar çöle dönmüştü. Letisya Ayaz’ı
öldürdüğüne bin pişman olmuş tabi ama büyük Tanrı’nın öfkesine karşı
gelinemezdi.
O gün bugündür de Mardin’de her yer sarı topraktandır. Ağaç çok
zor yetişir. Güneş’i bol, toprağı sıcaktır. Şehri çevreleyen dağlarda katırlar
otlamaktadır ve geceleri daima Ayaz vardır.
esinlenilen mitolojik kahramanlar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)