Huzursuz ruhum diyince
aklıma geldi. Mesela bugünlerde Kızılderili
görünümlü amcaların meydanlarda dans ederek şarkı söylemeleri ve para
kazanmalarına taktım kafayı. Adamları kenara çekip "hey dostum, ne işin
var burada, oraları bırakıp buraya neden geldin neden “hinini hulaaaahlun hlau” şeklinde şarkı söylüyorsun,
kendi kültürünü sunarak para kazanabileceğin tek tuhaf insanlar burada
İstanbul'da mı yaşıyor?" diye sormak istiyorum. Hakikaten de bir
kızılderiliyi (eğer gerçekten öylelerse tabi valla yakından da epey bir
benziyorlar) dünyanın diğer bir ucundan kalkıp buralara getirten güç
nedir acaba? Sonuçta ilk kim geldi? Amacı neydi? Ben böyle dünyayı dolaşıp
kültürümü yansıtan şarkılar söyleyeceğim, o şarkılardan para kazanacağım diye
bir ideal oluşturup kalktı buralara geldi sonra da diğer akrabaları buraya
gelip böyle farklı semtlere mi dağıldılar? Burada bu işin tutacağını nasıl
bildiler? Mesela sen kalkıp da dünyanın bir ucuna "ben müzik yapıyorum
Türk halk müziğini bütün dünya dinlemeli, işte bu bağlamam, bunlar da
ezberlediğim türkülerim" diyerek sırtına çantanı vurup bir bilinmezliğe
doğru gidiyor musun? Hayır. Belki bir iş amacıyla geldiler burada turmadı ve
kendilerini müziğe verdiler ama çıkış noktası nasıl oldu işte bunu çok merak
etmekteyim. Ama işin içinde bir yaratıcılık noktası var mesela. Adamlar
farklı bir şey ortaya koymuşlar. Gelip de burada Gana’dan gelenler gibi kaçak
saat veya parfüm işine girmemişler. Gerçi bence kızılderililer daha onurlu bir
halk. En azından bir felsefeleri var. Oturan Boğa’ları, oturan ve sürekli fikir
üretip özlü sözler ortaya koyan yaşlıları kafalarını çalıştırmışlar. Şu dünyada
yaşananlara bakıp bir felsefe oluşturmuşlar. Bir söz söylemişler mesela anlaman
için düşünmen gerekiyor.
“Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip
olamaz.”
“Dünyada her şey iki adettir. Düşüncelerimiz ikiye ayrılır. İyi ve
kötü. İki türlü şey görürüz. Güzel şeyler ve çirkin şeyler. İki elimiz vardır.
Sağ el vurur ve kötü işler yapar, sol el kalbe yakın olduğundan iyilik doludur.
İki ayağımız vardır, biri bizi yanlış yola götürür, diğeri doğru yola yöneltir.
Evet, her şey ikidir…” Letakots Lesa, Pawnee kabilesi
“Bir başkasının
kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi çarığının içine bak.” Sauk Boyu
“İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.”
Söyledikleri her söz
yüzyıllar öncesinden günümüzün insanlığına bir uyarı gibi. Sanki gelecekte
insanların doğaya zarar vereceğini de, insanlıklarından uzaklaşacaklarını da ,
iyi ile kötünün her zaman çatışacağını hep görmüşler bir ateşin etrafında toplanıp
düşünüp felsefeler üretmişler.
Adamlar doğadaki herşeye
değer vermişler. Ağaçlar kutsal, avlanırken bir hayvan vuracaklarsa en güçsüz
hayvanı seç ki diğer güçlü olanlar soyun devamını sağlayacak olanlar mantığıyla avlanıyorlar. Aslında doğadaki her
şeye karşı sevgi dolular. Kültürlerini incelediğinizde son derece naif insanlar
olduklarını anlıyorsunuz. Vahşi diye adledildiler ancak asıl vahşi olan onların
elinden topraklarını almaya çalışan aç gözlü insanlardı. Ne yazık ki insanoğlu
hep doyumsuz hep daha fazlasına sahip olmak isteyen ilkel benliğine çoğu zaman
yenik düşen bir varlık. Beyaz insanların bu doyumsuzluğu onları kendi
topraklarından edince soyları da azalmaya başladı. Böylesi güzel bir kültür de
tarih içinde eriyip kayboldu.
Mesela bizler izlediğimiz
filmlerden onları vahşi bir ırk olarak görüyoruz ama Kristof Kolomb onları çok
farklı anlatmış. Kolomb’un günlüğünde Kızılderililer ilgili şu ifadeler
görülmüş:
“Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir
silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu
bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini
kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar.
Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece
sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu
herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç
bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli
insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."_"Bu insanlar yeryüzünün
melekleridir" (Kolomb'un
günlüğünden) Piskopos Bartelemeo: "Onlar İsa kadar Aziz ve dürüst
insanlardır" demişti. Bunları araştırıp biraz okuyunca insan bir halk için oturup üzülmeye başlıyor.
Dünyadaki bütün saflıkları, güzel olan şeyleri sömüren, kemiren, tüketen
canlılarız. Teknoloji geliştikçe daha mı duygusuzlaşıyoruz daha mı vicdansız
insanlar oluyoruz bilmiyorum. O zamanlarda bile insanlar kendileri gibi
olmayanları yok etmeye çalışmış. Nedense farklı renklerle birlikte benetton
renkleri gibi harmanlanıp kardeşçe yaşamayı beceremiyoruz.
Meydanda
dans eden kızılderililerden nerelere geldim.
Bir şeyin görünen yüzünün arkasında nasıl bir geçmiş olduğu her zaman
ilgimi çekmiştir. Sanırım ondan bu denli araştırdım kızılderilileri. Bu
araştırma sırasında rastladığım şu ifade de sanırım onları bizim meydanlarda
dans ettiren güdünün kaynağı olsa gerek.
“Bütün Kızılderililer her yerde durmadan dans etmelidir. Önümüzdeki ilkyaz Yüce Ruh
gelecek. Bütün av hayvanlarını geri
getirecek. Avdan geçilmeyecek bu topraklarda. Bütün ölü Kızılderililer geri
gelecek ve yeniden yaşayacaklar.” (Wovoka Boyu)
Daha fazla bilgi için tıklayın
Daha fazla bilgi için tıklayın
wikipedia.orgOkumak isterseniz..
Türkler ve Kızılderililer
0 yorum:
Yorum Gönder