ayrılık...

4 Mart 2014 Salı

yalnızlık
Kavaklar yapraklarını dökeli çok olmuştu. Manolya kokulu baharlar küsüp gitmiş, yerine tüm yeşilliği kendine katarak götüren sonbahar gelmişti. Artık rüzgar estiğinde yosun kokusu gelmiyordu burnuna, ıslak toprak kokusu baskındı. Manolyaları hatırladı…Nasıl nazlı ve güzeldirler. Gelin gibi dururlar dallarında. Gelinlik giyen kızlar çok dikkat ederler kirlenmesin aman bir yerine biri değip de lelekenmesin diye ya manolyalar da öyle. Koklamak için elini değdirecek olsan o bembeyaz pürüzsüz yaprak kahverengiye dönüşür. Mevsimin ilkbahardan sonbahara dönmesi gibi küser size. Bir kere koklamak için onun bozulmasını, onun kokusunu bir daha alamamayı göze  almışsın demektir.


Yine geldi işte sonbahar, hüzün mevsimi, başının belası. Gökyüzü o kadar griydi ki güneşi sıkı sıkıya örtmüş de bir daha asla o sarı sıcağı göremiycekmişsin gibi gelir. Oysa ki sen daha vedalaşmamışsındır güneşle. Yağmurun ıslaklığını iliğinde hissetmeye hazılamamışsındır ruhunu. Neden geldin ki şimdi sen bana sordun mu gelirken diye kızarsın içinden. Benim ruhum yazda baharda daha, seni kim neden çağırdı ki? Her güzel şey bitermiş klasiği mi yaşıyoruz acaba? Sahi neden böyle her güzel şey bitiyor bir gün? O an siyah bir acıyla, havanın gri, sisli, puslu ağırlığı altında kalakaldı. Havanın mı canı daha çok yanıyor, senin kalbini biri mi bedeninden sökmeye çalışıyor belli değildi. Bedeninin tüm hücreleri kazığa çakılmışcasına acıdan titrerken bir cam kırıltısı sesi geldi uzaktan. Evet şahane tam da ambiansa uygun oldu. Zaten canı binlerce sigarayı vücudunda söndürmüşler gibi yanarken bu acıya bir de ses efekti eklenmesi çok manidardı. Ellerine takıldı gözü. Pütür pütürdü, yaşlı bir kadın eli, susuzluktan kuraklıktan çatlayan topraklar gibiydi. Günlerdir vücudundan acı içinde kendini dışarı atan gözyaşları belli ki vücudundaki su miktarını ciddi oranda azaltmış ve elleri kuruyup bu hale gelmişti. Oysa daha birkaç gün önce pürüzsüz bir teni vardı. Elleri yüzüne gitti. Yanakları pul pul kurumuştu. Kaç gündür aynaya bakmıyordu sahi? Hatırlayamadı. Ağzında buruk, kekremsi, nahoş bir tat belirdi.  Evet bu aralar hayatın tadı kaçıktı. Çocukken köylerinde gittiği bağlarda üzümleri daha olmadan ağzına atar, o minik üzümlere görünüşte bayılırdı. Ama ya tadı? İğrençti. Buruk, ekşi, acı, dilini kamış kamış kamaştırırdı. Aynı tadı aldı ağzında yeniden. Büyük hevesle bir dünya para vererek çok özel bir anda açılmak üzere bir şişe şarap alırsın ve o gün gelsin diye beklersin ya hani ve hiç gelmez o özel an. Sonra aklına şarap gelir, bir köşede unutulmuş belli ki. Özel bişey de olduğu yok bari ben içeyim diye açarsın aman tanrım o da ne bildiğin sirke.. O ne iğrenç bir tattır. Zamanında içmeliydin artık çok geç dedi kendi kendine.. Dipten dipten bir şarkı çalındı kulağına.. Frank Sinatra çalıyordu tıpkı o Nisan ayındaki gibi. Hayatının en özel anının da fon müziği aynıydı. “I did it my way” diyordu buğulu sesiyle Frank Sinatra. Düşündü, hayatı için o ne yapmıştı ya da yapamamıştı? Bebek sahilinde hayatını o adama adamaya hazırdı. Fonda da Frank Sinatra vardı bundan daha romantik ne olabilirdi ki? Nisan yağmurları vardı camda, silecekler bırak çalışmasın, bu ıslaklık hali çok güzeldi. Aşktan mı sırılsıklamdı, yağmurdan mı? Yoksa günlerdir döktüğü gözyaşlarından mı ıslaktı yanakları? Bir adamın kalbinin en özel yerinde , bir kayanın tepesinde oturduğunu bilmek ama buna rağmen beyaz yaprakların üzerinde gözyaşlarından yapay göller oluşturmak.. Neden üzgündü ki? Bilmiyordu.. Ya da biliyordu belki de , geçmişte birinin canını yakmak için söylediği “seni hiç sevmedim be” cümlesi dönmüş dolaşmış ayağına dolanmıştı. Kalp kırıltısı da cam kırıltısı gibiydi. Bir kere tuzla buz edersen ne yapsan nafile…Boğuluyormuş gibi hissetti, boynundaki atkıyı çıkartıp attı. Boğazına iki el kuvvetlice sarılmış gibiydi. Nefes alamadı. Bir balondu o anda sanki ve içindeki hava son sürat boşalıyordu. Eski bir saatin zamanı yanlış göstermesi gibi buraya ait değildi. Bu zamanda sıkışıp kalmıştı bedeni. Nefes, nefes alamıyordu. Hava simsiyahtı şimdi, karanlığı kesip atsa belki herşey yeniden kendi rengine bürünecekti. Bir makas bulmalıyım dedi, bir makas alıcam elime ve kesicem bu siyah karanlığı, bu acıyı dindiricem dedi. Eli yerde birşeyler ararken, saatin pili tamamen durdu. Odada yoğun bir manolya kokusu ve yarısı yanmış bir sigara vardı. Koruklar kızarmaya başlamıştı bu yaz çok güzel şarap olacaklardı. Yağmur yosun kokusu getiriyordu burnuna..Yine yaz gelmiş olmalıydı. 

0 yorum:

Yorum Gönder