Kavaklar yapraklarını dökeli çok olmuştu. Manolya kokulu baharlar
küsüp gitmiş, yerine tüm yeşilliği kendine katarak götüren sonbahar gelmişti.
Artık rüzgar estiğinde yosun kokusu gelmiyordu burnuna, ıslak toprak kokusu baskındı.
Manolyaları hatırladı…Nasıl nazlı ve güzeldirler. Gelin gibi dururlar dallarında.
Gelinlik giyen kızlar çok dikkat ederler kirlenmesin aman bir yerine biri değip
de lelekenmesin diye ya manolyalar da öyle. Koklamak için elini değdirecek
olsan o bembeyaz pürüzsüz yaprak kahverengiye dönüşür. Mevsimin ilkbahardan
sonbahara dönmesi gibi küser size. Bir kere koklamak için onun bozulmasını,
onun kokusunu bir daha alamamayı göze
almışsın demektir.
Yine geldi işte sonbahar, hüzün mevsimi, başının belası. Gökyüzü o
kadar griydi ki güneşi sıkı sıkıya örtmüş de bir daha asla o sarı sıcağı
göremiycekmişsin gibi gelir. Oysa ki sen daha vedalaşmamışsındır güneşle.
Yağmurun ıslaklığını iliğinde hissetmeye hazılamamışsındır ruhunu. Neden geldin
ki şimdi sen bana sordun mu gelirken diye kızarsın içinden. Benim ruhum yazda
baharda daha, seni kim neden çağırdı ki? Her güzel şey bitermiş klasiği mi
yaşıyoruz acaba? Sahi neden böyle her güzel şey bitiyor bir gün? O an siyah bir
acıyla, havanın gri, sisli, puslu ağırlığı altında kalakaldı. Havanın mı canı
daha çok yanıyor, senin kalbini biri mi bedeninden sökmeye çalışıyor belli
değildi. Bedeninin tüm hücreleri kazığa çakılmışcasına acıdan titrerken bir cam
kırıltısı sesi geldi uzaktan. Evet şahane tam da ambiansa uygun oldu. Zaten
canı binlerce sigarayı vücudunda söndürmüşler gibi yanarken bu acıya bir de ses
efekti eklenmesi çok manidardı. Ellerine takıldı gözü. Pütür pütürdü, yaşlı bir
kadın eli, susuzluktan kuraklıktan çatlayan topraklar gibiydi. Günlerdir
vücudundan acı içinde kendini dışarı atan gözyaşları belli ki vücudundaki su
miktarını ciddi oranda azaltmış ve elleri kuruyup bu hale gelmişti. Oysa daha
birkaç gün önce pürüzsüz bir teni vardı. Elleri yüzüne gitti. Yanakları pul pul
kurumuştu. Kaç gündür aynaya bakmıyordu sahi? Hatırlayamadı. Ağzında buruk,
kekremsi, nahoş bir tat belirdi. Evet bu
aralar hayatın tadı kaçıktı. Çocukken köylerinde gittiği bağlarda üzümleri daha
olmadan ağzına atar, o minik üzümlere görünüşte bayılırdı. Ama ya tadı? İğrençti.
Buruk, ekşi, acı, dilini kamış kamış kamaştırırdı. Aynı tadı aldı ağzında
yeniden. Büyük hevesle bir dünya para vererek çok özel bir anda açılmak üzere
bir şişe şarap alırsın ve o gün gelsin diye beklersin ya hani ve hiç gelmez o
özel an. Sonra aklına şarap gelir, bir köşede unutulmuş belli ki. Özel bişey de
olduğu yok bari ben içeyim diye açarsın aman tanrım o da ne bildiğin sirke.. O
ne iğrenç bir tattır. Zamanında içmeliydin artık çok geç dedi kendi kendine..
Dipten dipten bir şarkı çalındı kulağına.. Frank Sinatra çalıyordu tıpkı o Nisan
ayındaki gibi. Hayatının en özel anının da fon müziği aynıydı. “I did it my
way” diyordu buğulu sesiyle Frank Sinatra. Düşündü, hayatı için o ne yapmıştı
ya da yapamamıştı? Bebek sahilinde hayatını o adama adamaya hazırdı. Fonda da
Frank Sinatra vardı bundan daha romantik ne olabilirdi ki? Nisan yağmurları
vardı camda, silecekler bırak çalışmasın, bu ıslaklık hali çok güzeldi. Aşktan
mı sırılsıklamdı, yağmurdan mı? Yoksa günlerdir döktüğü gözyaşlarından mı
ıslaktı yanakları? Bir adamın kalbinin en özel yerinde , bir kayanın tepesinde
oturduğunu bilmek ama buna rağmen beyaz yaprakların üzerinde gözyaşlarından
yapay göller oluşturmak.. Neden üzgündü ki? Bilmiyordu.. Ya da biliyordu belki
de , geçmişte birinin canını yakmak için söylediği “seni hiç sevmedim be”
cümlesi dönmüş dolaşmış ayağına dolanmıştı. Kalp kırıltısı da cam kırıltısı
gibiydi. Bir kere tuzla buz edersen ne yapsan nafile…Boğuluyormuş gibi
hissetti, boynundaki atkıyı çıkartıp attı. Boğazına iki el kuvvetlice sarılmış
gibiydi. Nefes alamadı. Bir balondu o anda sanki ve içindeki hava son sürat
boşalıyordu. Eski bir saatin zamanı yanlış göstermesi gibi buraya ait değildi.
Bu zamanda sıkışıp kalmıştı bedeni. Nefes, nefes alamıyordu. Hava simsiyahtı
şimdi, karanlığı kesip atsa belki herşey yeniden kendi rengine bürünecekti. Bir
makas bulmalıyım dedi, bir makas alıcam elime ve kesicem bu siyah karanlığı, bu
acıyı dindiricem dedi. Eli yerde birşeyler ararken, saatin pili tamamen durdu.
Odada yoğun bir manolya kokusu ve yarısı yanmış bir sigara vardı. Koruklar
kızarmaya başlamıştı bu yaz çok güzel şarap olacaklardı. Yağmur yosun kokusu
getiriyordu burnuna..Yine yaz gelmiş olmalıydı.
0 yorum:
Yorum Gönder