
Sokağın ortasında kitlenip kalmıştı adam. Kan akışı beynine
doğru çıkmaya başlamış, sanki vücudundaki bütün kan gözlerinden fışkıracak, kan
çanağına dönmüş gözleri hayalini canlı hale getirecekti. Camlardan adamı süzen
mahallelinin aklında tek bir soru vardı. “Kimdin be adam? Bu saatte neydi
derdin?”
Mahallenin en delikanlı ablalarından (en erkeğim diyenin
bile eline su dökemeyeceği) Esengül abla indi aşağıya. Yanında getirdiği bir maşrapa suyu fırlattı
adamın yüzüne. “Derdin ne senin kardeşim gecenin bu vaktinde” dedi. Adam yüzüne
bile bakmadı Esengül ablanın. Sanki tüm dünya adamın içine kaçmış ve o dünyayı
yaşamak için adam buradaki gerçekliğinden vazgeçmiş gibi kaskatı oldu. Esengül
abla biraz daha su serpti adama ama ııh ıhh bir şey değişmedi. Adam bakışları
sabitlenmiş bir halde kendi ekseninde sallanmaya başladı. Yörüngesini kaybetmiş
bir gezegendi o anda. Sallandıkça zikreder gibi “orospuuuu” demeye devam etti.
Esengül abla başka bir şey söylemesini merakla bekledi.
Sokağın başında keskin bir topuk sesi yankılandı. Esengül
abla sese doğru döndü ve sapsarı uzun saçları, file çorapları, altın sarısı
mini eteğiyle hayallerini de altınla kaplamış olan kadını gördü. Upuzun
bacakları vardı, nerdeyse Esengül ablanın boyu kadardı. Adam topuk seslerini
duyunca, yağsızlıktan pas tutmuş bir makinenin gıcırdayan aksamları gibi ağır
ve kesik kesik hareketlerle sese doğru döndü. “Orospu” dedi. Bu kez sesi boğuk
ve boğazında bir perde örtülüydü. Sarışın kadın adamı görünce yeni dökülmüş
asfalta topuğunun kaptırmışcasına yerine mıhlandı. Yutkunamadı bile. Sadece
bakakaldı. Abisi İsmail yolun ortasında gözlerini ona dikmiş sürekli olarak
“orospu” diyordu. Saçları sapsarı, uzun bacaklı -Mustafa- “bu kez oldu abim,
artık orospu diyebileceğin kadar kadınım” dedi. 42 numara olan ayakkabılar
ayağını sıkmıştı, fırlatıp attı. İsmail ayağa kalkmaya çalışırken sendeleyince
Esengül abla kolundan tuttu. Aralarında ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle
bakıyordu ikisine de. “Neden be Mustafa neden” dedi katıla katıla
ağlarken. Aslında neden geldiğini
bilmiyordu İsmail. Kardeşini dövmek mi, ona sövmek mi istiyordu? Neden
gittiğinin hesabını sormak mıydı niyeti? Ya da annesini babasını o askerdeyken
neden yalnız bırakıp gittiğine miydi derin öfkesi? Hem hepsi hem de hiçbiriydi.
Asıl önemlisi o artık erkek kardeşi değildi. O artık gözünde cinsiyetini
yitirmiş bir beden, geçmişte kalan küçük erkek kardeşti. Şimdiyse ne
hissedeceğini kestiremiyordu Mustafa’ya karşı. Kardeşini hırpalamak, kendine
gelsin diye iyice sarsmak, yeniden Mustafa olsun, küçük kardeşi geri gelsin
diye üstündeki elbiseleri parçalamak istedi. Bir adım atacak gibi oldu, Esengül
abla tutmasa yere kapaklanacaktı nerdeyse. O an vazgeçti içindeki düğüm olmuş
nefretten. Dövse olmaz, sarılsa içi kabul etmezdi artık. Öylece bakakaldı
kardeşine, olduğu yerde kalakaldı. “Belki de buraya hiç gelmemeliydim” dedi
içinden. Görünce hesap sorarım sanmıştı İsmail. Kardeşini görene kadarmış her
şey, içindeki bütün düğümler birer birer çözülmüştü Mustafa’ya karşı. Kardeşinin
çocukluğu hıçkırarak ağlıyordu hala köşede, sarışın bir melek teselli ediyordu
ruhunu belki de.
Mustafa ya da şimdiki adıyla Melek, “13 yaşındaydım abi,
sana anlattım o gün başıma geleni bir tek sana anlattım. Bir kızın nasıl
dokunduğunu öğrenemeden bir erkeğin dokunuşuyla tanıdım kendimi, bedenimi.
Benim kaderim buymuş, içim kadınmış be abim”dedi. Yaprak gibi titriyordu Melek
Mustafa. Güçlü durmaya çalıştıkça savruluyordu bedeni. Abisine koşup sarılmak
istiyordu ama yapamazdı. Abisi çocukluğunda kalmıştı. Yeni hayatında ailesinden
bir kişinin bile hayatına dahil olmasına izin verse onları da yakacağını
biliyordu. Bu hayat hepsini mahvederdi en çok da annesini. Yeni hayatında
abiye, anneye, babaya ihtiyaç yoktu. Üzülmeye yer yoktu. Geçmişe yer yoktu.
Ağlamaya hele hiç yoktu. “Anneme beni gördüğünü söyleme sakın, kahrolur kadın”
dedi. İsmail ağzını açacak gibi oldu tıpkı yıllar öncesindeki gibi kelimeler
hem eksik hem fazla geldi. Herşeyin içi boşalmıştı sanki, bir hortumun
etrafında daireler çizen yapraklar gibiydi düşünceleri. Birbirlerine baktılar
derin derin, bakışlarında anlattılar kendilerini birbirlerine, Mustafa “hakkını
helal et” dedi içinden, abisi “helal olsun” dedi gözlerini usulca kapatırken.
Melek Mustafa kırıta kırıta yürüyerek geçti gitti abisinin yanından kadınlığının
hakkını vererek. Ayakkabısının topuğunu asfalta, abisini ise puslu anılarda
bırakarak karanlığa karıştı. Eteği yıldızlar gibi parlıyordu karanlıkta bir de
parfüm kokusu kalmıştı ardında. Gözündeki yaşları silerken “Peki ya Allah beni
affeder mi abim” dedi.
1 yorum:
Ellerine sağlık çok etkileyici bir yazı olmuş...
Yorum Gönder