
Zaman kavramının icadından bile önceleri bir Tanrı-Kral yaşarmış en yüksekten de yüksek tapınağın gök ile birleştiği çizgide. Zeynelmiş adı. O zamanlar Tanrı-kralların üstün ve sınırsız güçleri varmış, sonradan bu güçler ile medeniyetlere büyük yıkımlar ve acılar yaşattıkları için tüm evrenin Tanrısı onlara kızıp cezalandırmış ve sadece krallıkları kalmış ellerinde. Tanrısal güçleri uçup gitmiş. Ama bizim hikayemiz Tanrısal güçlerin hüküm sürdüğü çağlardan gelme…
Zeynel Anadolu topraklarında, Mardin’de bir tapınağın kralı. Çirkin mi çirkin. Baktıkça tüm alemi yaratan büyük Tanrı’nın
Zeynel’i nasıl bir boşluk anında yarattığı meçhul. Çirkin ama çok üstün, her
Tanrı-kralda olmayan özel güçlere sahip. İstediği bitkinin, hayvanın kılığına
girip usulca süzülüyordu bakir gençlerin bedenlerinin mahremine. O kadar güzel
bir sesi ve şiirler şakıyan bir dili vardı ki, o çirkinliğine rağmen bütün
ülkenin kadınları hatta erkekleri bile onun büyülü çekiciliğine karşı
koyamazdı. Yürüdüğü zamanlarda yolun kenarındaki papatyalar bile gelinciğe
dönüşürdü, al al olurdu çiçeklerin bedenleri. Onun ayağının altında çimenler
bile ezilmez, sadece efendileri karşısında secde ederlerdi. Zeynel’di,
Tanrıydı, kraldı, mağrurdu eh biraz da libidosu yüksekti tabi. Çirkin olduğu için
aynalara hiç bakmazdı Zeynel. Birlikte olduğu kadınlarda kendi yüzünü görürdü
sadece.
Kızlarını sadece kendi oğulları ile evlendirirdi. Krallıkta
dışardan bir erkeğe kral kızı gelin edilmezdi. Zaten ülkenin hatırı sayılır bir
kısmı Tanrı Zeynel’den olmaydı. Sadece insanlar değil, hayvanlar da ondan
olmaydı. Mesela asırlar boyunca atla eşeğin çiftleşmesinden katırın doğduğunu
bilirdik. Aslında katır Zeynel ile atın birleşmesinden olmaydı. Hatta “katır
gibi inatçı” sözü Tanrı-kral Zeynel’in inatçı benliğinin bir hatırasıdır.
Bir Mayıs gecesi, zürafa kılığında birleştiği Etelya’dan, uzun
boyunlu, iri gözlü ve upuzun boyu ile bir su perisi kadar zarif ve güzel
Manolya doğdu. Etelya ile aynı anda hamile kalan Falya’dan ise Letisya doğdu. Ancak
Letisya babasının çirkinliğini alırken, Manolya annesinin güzelliğini ve bir su
perisini andıran zerafetini aldığından bütün krallığın gözbebeği olmuştu.
Letisya çocukluktan itibaren nefret etti ablasından. Manolya büyüyüp
serpildiğinde, köyün tüm erkekleri yolunda paspas olmaya hazırdı. Bir zamanlar
Tanrı-kral Zeynel’de olan cazibe şimdi kızında vücut bulmuştu. Letisya
hasetinden çatlarken, ülkeye bir grup asker sığınmak üzere geldi. Ülkenin
güneydoğusundaki şehirlerinde küçük çaplı bir savaş olmuş ve herkes telef olurken
bu askerler kendilerini kurtararak krallığa kadar ulaşmayı başarabilmişlerdi.
İçlerinden biri güneşin bulutların arasından doğarkenki ışıltısı ve sıcaklığına
sahipti sanki. Babası sıcak Tanrısıymış meğer ancak savaş sırasında yaşlı
bedeni daha fazla dayanamayıp, mağmaya doğduğu sıcaklıklara geri dönmüş. İsmi
Güneş’miş bu savaşçının. Kardeşi Ayaz’la birlikte kurtulmuşlardı savaştan.
Letisya daha görür görmez Güneş’e vurulmuştu. Güneş de Manolya’ya. Çok geçmeden
krallık içindeki köklü bir gelenek yıkılmış ve Manolya Güneş ile, Tanrı-kral Zeynel’in kızı kardeşleri dışında bir erkekle
evlenmişti. Ailenin gücü için savaşçı genlere ihtiyaç vardı. Letisya ise kendi
rızası bile alınmadan Ayaz ile evlendirilmişti. Gelenekler gereği, kızlar erkek
kardeşleriyle evlenmeyip, yabancı biriyle evlendirildiklerinde –ki bu çok
nadirdir- Tanrı –Kral Zeynel onları kocalarına hazırlamak için bekaretlerini
alırdı. Ancak Letisya zaten istemediği bir adamla evlendirildiği için, bu tören
sırasında bunun intikamını almaya tüm Tanrılara yemin etti. Ayaz’la evlenen
Letisya, tüm kalbiyle kocasını seven sadık kadın rolünü birkaç yıl devam
ettirmiş, hatta Ayaz’ı sevmeye bile başlamış gibiydi. Ama bu sevgi Güneş’i
görene kadardı. Onu her gördüğünde karların Güneş’e teslim olup eridiği gibi
eriyordu bedeni Letisya’nın. Ayaz’a ve babasına lanet ederken buluyordu
kendini. Manolya ise hayatından çok mutlu, ilk bebeğini doğurmak üzereydi.

Güneş’i de baştan çıkarmak için bütün iksirler ve büyüler tamamdı
ve saf Güneş’i kandırmak çok zor değildi Letisya için. Ancak ülkelerin de
krallıkların da en tepesindeki büyük Tanrı, bu felaketlere daha fazla
dayanamayarak tüm krallığı cezalandırmıştı. Krallığın üzerine güneş ışınlarının
yılın her günü en sıcak haliyle gelmesini emretmiş. Güneşin sıcaklığına
dayanamayan tüm ağaçlar kurumuş, tüm topraklar çöle dönmüştü. Letisya Ayaz’ı
öldürdüğüne bin pişman olmuş tabi ama büyük Tanrı’nın öfkesine karşı
gelinemezdi.
O gün bugündür de Mardin’de her yer sarı topraktandır. Ağaç çok
zor yetişir. Güneş’i bol, toprağı sıcaktır. Şehri çevreleyen dağlarda katırlar
otlamaktadır ve geceleri daima Ayaz vardır.
esinlenilen mitolojik kahramanlar
0 yorum:
Yorum Gönder